İnsanlık Kavramı Üzerine Düşünceler

İnsan denilen canlı olmak ne kadar kolay gelir. Damarlarımızda biraz kan, biraz su; iç organlarımız ve iskeletimizi kaplayan deri parçası. Kafatasımızın içinde beyin denen bir organ ve kan pompalayan kalp kası. Dışarıdan baktığında diğer canlılardan ayrılan nedir? Düşünüyor ve analiz edebiliyor olmamız, karar verebilmemiz ve bu kararlarımızdaki eminlik hâli… Madem bu kadar basit bir şey, neden bu kadar kaos? Nereden çıktı bu kavgalar, bu yetmemezlik hâli? Öyle ya, hepimizde aynı organlar, aynı uzuvlar, aynı donanıma sahip biyolojik ve fizyolojik oluşumlar mevcut. Bizi bir arada tutan veya bizi ayıran şey nedir: Düşünceler mi yoksa hissettiklerimiz mi?

O hâlde böylesine kompleks bir durum varken, neden onu geliştirmek yerine aynı olduğumuz yerde kalma gayretindeyiz? Bana böyle düşündürten şey şu: Madem gelişmeye açık herkes, neden geride kalıyoruz? Bir diğeri gelişirken onun elinden tutmak yerine hasetlenmiş gibi onun başarısını, onun yaptıklarını görmezden gelebiliyoruz? Hani gelişime açıktık, hani ilerlemeye inanıyorduk? Hani bir diğerinin elinden tutunca daha güçlüydük?

Burada devreye egolarımız, bencilliklerimiz, kibirimiz girmiyor mu? Alttan alta karşımızdakilerin başarılarını kutlamak yerine onun yerinde olamadığımız için hayıflanmıyor muyuz? Arkasında verdiği emeği, çabayı görsek bile küçümsemiyor muyuz? Böyle olduğumuzu kendimize itiraf edebiliyor muyuz? Ne der tasavvuf ehli: “Nefsini bilen kendini bilir, kendini bilen haddini bilir.”

Bizler nefsimizin ne olduğunu kabullenmeden, onu tanımadan, onunla hemhâl olmadan kendimizi bildiğimizi zannedip üzerine bir de başkalarına yargı dağıtıp onları düzeltme çabasına girmiyor muyuz? Ne kadar ironik, değil mi? Haddimizi bilmememiz bundan değil mi? İşte tam da bu noktada çıkmıyor mu kaoslar, kavgalar, bitmek bilmeyen ve sonu gelmeyen kıskançlık örüntüsü?

Ve işin tuhaf yanı, insanların başarılarına katkı sağlamak yerine köstek olununca o başarının meyvelerinden faydalanacak bizler de bundan mahrum kalmıyor muyuz? Sonra da şikâyet ediyoruz her şeyin kötü oluşundan,
anlamsızlığından, bir şeylerin eksikliğinden… Oysa kendi eksikliklerimiz değil mi bu hâle getiren bizi?
Kendimizin kusurlarına odaklanmak yerine başkalarının kusurları ile öylesine meşgulüz ki, iyiyi, güzeli ne görüyor ne takdir ediyoruz. Tüm bu güzel şeyler yarışılacak bir nesne hâline geliyor. Oysa paylaşmak, çoğaltmayı sağlar. Elleri bırakmak zayıflatır, güçsüz bırakır.

Biz birlik bilincini yok ettikçe, yalnızlaştıkça, tek başına güçlü olduğumuzu zannettikçe, o gücün birlik içinde nasıl çoğalacağını unuttuk. Çünkü bu gezegende var olmak, anlamlı olmak, anlam var etmek aslında el ele verince mümkün. Bunu unuttuk işte. İnsan olmak bundan zor işte. Hatırlamak yerine üstünü örterek sorumluluktan kaçtığımız için kolay değil. Kalbimize genişleme fırsatı vermediğimiz müddetçe; haset, kin, “O yaptı ben yapamadım, o nasıl başardı ben buradayım!” dedikçe, aslında kendi hapishanemizi inşa ettiğimizi fark etmedikçe, insan olmak kolay değil. Bilakis zor. Ve gelişim dıştan olmaz. İçten, kalpten, ruhtan, varlığımızı daha anlamlı hâle getirmekten geçer. Bu hafta sonu da bunun üzerine düşünelim istiyorum.
Gelişime açık olan tüm ruhlara sevgilerimle…
Türkan Beyaz

Bu yazıyı okudunuz mu?

Şimdiki Zaman

Her nerede olursak olalım; ister yolda yürürken, ister bir metroda, otobüste ya da daha ileri …