Uzun zamandır sosyal medya dâhil her yerde kısa kısa bahsettiğim bir konu var: Eyleme geçmeyen davranışlarla ilgili.
Hayatın koşuşturması içinde hepimiz; siyasetten savaşlara, eğitimden hobilere, hayata dair her konuda okuyor, izliyor ve fikir üretiyoruz. Düşüncelerimizi paylaşıyor, sosyal medyayı bir tepki alanı olarak kullanıyoruz: Olaylara dair paylaşımları beğeniyor, yeniden yayınlıyor ve altına yorum yağdırıyoruz. Haksızlıklara karşı sesimizi duyurmak istediğimizde, “sen de ekle” çağrılarıyla sayımızı hızla arttırıyoruz.
Ancak asıl soru şu: Bu paylaşımlar artık eskisi gibi yeterli bir karşılık sağlıyor mu? Önceden bir habere gösterilen tepki, hayatımıza somut bir düzelme veya yapılanma olarak dâhil oluyordu. Şimdiyse bu dijital katılım, aktif eylem kalıplarından uzaklaştığı için, sadece bir vicdan rahatlatma sürecine mi dönüştü? Eğer öyleyse, bu durum bizi, değişimi başkasından bekleyen ama kendisi eylemin içinde yer almayan, hareketsiz gözlemcilere mi çevirdi?
Güncel örneklendirme yapmak istiyorum. Yıllardır artan kadın cinayetleri ile ilgili bir haber önümüze düşüyor ve bizler o haberi her yerde paylaşıp üzerine üzüldüğümüzü belirten emojiler veya sesler ekleyip yorumlarımızı paylaşıyoruz. Peki kaç kişi bu konuda mağdur olan ailenin gittiği bir mahkemede dava gününde yer alıyor? Veya herhangi bir kanun maddesinin ülkemiz adına doğru olmadığı konusunda alanında uzman insanlar yazılar paylaşıyor. Sosyal medya hesaplarının dışında kaç kişi anayasal dilekçe hakkını kullanıyor?
Günlük hayatımıza gelelim. Hepimiz sağlıksız beslenme alışkanlıklarından şikayet ediyor ama kaçımız bu konuda gerçekten kendi hayatında bireysel uygulama yapıyor? Sürekli bir şikayet hâli var ama eyleme geçme konusunda sıkıntı yaşıyoruz. Bizlerin bu konuda önündeki en büyük engel kendimiz değil miyiz?
Hareket etme noktasında ve eylemlerle ilgili davranış modelimizi değiştirmek bizim elimizde değil mi? Mesela, sosyal medyada sabah yürüyüşe çıkan insanları izliyor, onlar yürüdükçe zihnimiz kendimiz yürümüş gibi bir rahatlama sağlıyor. Oysa biz o eylemi yapmadık. İzlemek yapmak değildir. Paylaşmak tepki göstermek değildir. Sadece yorum yapmak destek çıkmak değildir. Eyleme geçmemiş her şey neticede sadece cılız bir alev gibi söner gider. Birkaç Reels videosu kaydırıp kendi hayatlarımıza döndüğümüzde, hem kendimizle alakalı hem de genel toplumsal katkılarımız konusunda aslında hiçbir şey yapmamış olmuyor muyuz?
Bu konuda şu an psikoloji içerikli bir kitap okuyorum. Orada, tam da bu anlattıklarıma uyan bir tanımla karşılaştım: Ruminasyon. Kelime anlamı olarak geviş getirmekten geliyor. Hani hayvanlar ağızlarına otu alır ve saatlerce yavaş yavaş çiğner. Hareket etmez. Sadece çiğner. İşte bizler de biraz böyleyiz. Düşüncelerimizi, eylememiz gerekenleri geviş getirir gibi vaktimizi harcıyoruz ama gerçek bir eylem söz konusu olunca hareket etmiyoruz.
Bunu aşmak için neler mümkün? Neler yapmalıyız? Öncelikle fark etmeliyiz. Bu konuda, üzerimize düşenler için gerçekte o sorumluluğu almalıyız. Yeni bir dil mi öğrenmek istiyoruz, kursa başlamalıyız. Sağlıklı mı yaşamak istiyoruz, bu alanda kendimizi disipline etmekten başlamalıyız. Toplumsal olaylarda rahatsız olduğumuz konular mı var, bunlara gerçekten reel katkı sunmalıyız. Örneğin sivil toplum ve yardım kuruluşlarına aktif katılım sağlamalıyız. Yani hem bireysel hem toplumsal hayatta, eğer bizler sadece izleyerek ve paylaşarak değişim olacağını zannediyorsak, yanılıyoruz.
Çünkü hayat, sadece düşünmekle değil hareket etmekle var olur. Bir çiçek düşünmekle bir çiçek ekmek aynı şey değildir. Ve bahçemiz olsun istiyorsak, bahçe resimlerini duvara asmak değil, o çiçekleri ekmemiz gerekir.
Türkan Beyaz
Halk Edebiyatı Dergisi İnternet Sitesi

