Gezmek mutluluktur güzelliktir sevgidir. Güzelliklerin göze yansımasıdır. İstanbul’un bir çok semti gezmeye görmeye değer niteliktedir.
Beşiktaş’ta gezelerken, uzun zamandır hiç uğramadığım, fakat unutamadığım Ortaköy’e yürüyerek gitmek istedim ama otobüs durağına yaklaşınca bir otobüs geldi. Baktım Ortaköy Dereboyu yazıyor. Yürümekten vazgeçip, otobüse bindim ki vakit kaybetmeden Ortaköy’e varayım. Fakat nerde o sakinlik. Müzmin trafik izin vermedi.
Yahya Efendi durağını biraz geçeledik, trafik tıkandı. Kalakaldık öyle, hiç kıpırtı ya da hareket yok. Sanırım yirmi dakika bekledik. Sonra şoför otobüsün kapılarını açtı. Yolcuların çoğu indi, ben de dahil. Herkes hızlı hızlı Ortaköy’e doğru yürümeye başladı. O yöne doğru yürürken öğrencilik yıllarım bir film şeridi gibi gözümün önüne geldi. Ortaköy Eğitim de olaylar çıktı. Derken güvenlik güçleri bütün okulu boşalttı. Polis gözetiminde Beşiktaş’a kadar yürütüldük. Beşiktaş’ta herkes dağıldı. O günden sonra da okul süresiz kapatıldı. Ben buları düşünerek yürürken kendimi, Salhane sokağının girişinde buldum. Hemen sokağa daldım.
Eski binalardan eser kalmamış. Bir çoğu yeni düzene göre yapılmış, kimisi onarılmış, mağaza ve küçük dükkânlarla donatılmış. Sanki insanlara gülücük atıyor sokakta binalar. Çevresi çok değişmiş Ortaköy’ün, çevreyi ve sokakları temiz gördüm.
Salhane sokağını bitirip Ortaköy vapur iskelesine doğru döndüm Ortaköy meydanı yine eskisi gibi cıvıl cıvıl, yerli yabancı insanlar kimi denizi gelip giden vapurları izliyor. Kimi oturmuş dinleniyor, kimisi camiyi geziyor. Lokanta ve kafeler dolu gır gır şamata kahkaha arşa çıkıyor.
Sokağı çıkıp sağa doğru dönünce küçük satıcı tezgâhları düzgün bir sıra halinde dizilmişler cici boncuk, kolye şal başörtüsü, şapka vb gibi süs eşyası ve takı satanlar resim yapanlar, manzara satanlarla dolu. Kimileri tanıdıklarıyla sohbette. Bazıları boğaz gezisi için sıraya girmiş. Kumpir satanlar birbirleriyle yarış içinde müşteri kapma yarışındalar.
Yorulanlar ve yaşlılar ağaçların çevresine yapılan banklarda oturmuş dinleniyor. Arkadaş gurubu oluşturanlar meydanı bir baştan bir başa geziniyor.
Yaşlı ağaçların bazıları tomurcukta bazıları yaprak açmış, bir kısmı ise kararsızlık içinde bocalamakta. Ama yeni sürgünlerin ucundaki yapraklar güneşe merhaba derken, güneş enerjisinden faydalanmayı önemsemişler.
Ağaçların bir iki tanesi, hastalık derdinde.
Diyorlar ki” bırakın bizi kendi halimize”. Belik belikti saçımız, hepsi döküldü. Az birazda belimiz büküldü. Bahar sökün etti de, yüzümüz güldü. Bir tanesinin kurumuş kolları. Hepsinin de budanmış dalları.
2
Hele birisi var ki; İyice yaşlanmış. Dururken yürürken eli belinde. Yavaş yürüyen insana benziyor. Hemen dibindeki banka oturdum. Kulak verip onu dinledim.
Diyor ki:
-Gençlik gitti elden ihtiyarlığa yol aldık.
-Ellerim bağrımda böyle kala kaldık.
-Artık gölgem az oluyor, yaprağım kifayetsiz.
-Zihnim karışık, beden ise sürgünsüz.
-Hava sıcak ama üşütüyor.
-Bu güzel hava da kışı yaşıyoruz ortamda.
-Yerimizi bırakacağız genç fidanlara.
-Şimdilik lafla dokunmayın bana.
-Hani derler ya bir dokun, bin ah yaşa.
-Az kaldı yerimizi bırakmaya, genç fidanlara.
-Düşüyoruz yavaştan işe yaramaz duruma.
-Bu söylediklerimin hepsini gördük yaşadık dünyada.
Bunları söylüyordu ağaç insanlara. Çevresindeki oturaklarda oturanlar bunları duyamadılar. Herkes kendi keyfinde aleminde, kendi dünyası içinde.
Cami tarafından o ağaca bakarken; o ağacı ters çevirip baktığımızda, yaşı oldukça ilerlemiş bir insan görünümü veriyor. Yürürken ayakları ayrık, beli bükülmüş, sırtı hafif kamburumsu, bir elini beline koymadan yürüyemeyen vapur iskelesine en yakın olan ağaç bana güngörmüş bir insan görüntüsü gibi geldi.
Ömrünü meydana vermiş. Nice olaylara şahit olmuş. Nice zamana yıllara yol aldırmış. Mutlu yaşama bağlanmış. Bilge görüntüsüyle kendini sevdirmiş. Dalları budansa da varlığını sürdürmüş. Hizmette kusur etmemiş.
Bu arada ikindi vakti yaklaşıyordu önce abdest aldım. Ortaköy Büyük Mecidiye Camisinin bahçesinde bir banka oturup,tevekkülle karışık çevreyi ve caminin girişini, yapısını izledim.
Caminin sol tarafında şadırvan var. Sağ tarafı halka açık. Yiyecek içecek giyecek satanlarla oturup denizi izleyenlerle dolu. Cami girişi ise “U” harfi şeklinde yapılmış.Minareler ana binanın gövdesi içinde, biri giriş kapısının sağında diğeri sol köşesinde yapılmış. Minarelerden itibaren caminin sağı ve solu çarşı yönünde müştemilat (ek bina ) olarak çarşı yönünde yola doğru uzatılarak uzatılarak yapılmış.
Bahçenin sol tarafında ziyaretçiler için giyinme (örtünme) kabini var. Caminin girişi tam ortadan “U” harfinin tabanından verilmiş. Camiye giriş sağ ve sol yandaki basamaklarla sahanlığa bağlanarak içeri giriş yapılıyor.
3
İçeri girince sağda ve solda cami görevlilerine ait olan bölümlerle, son cemaat yeri. Sağ taraftaki mahvil ibadet için bayanlara ayrılmış. Caminin içi tertemiz pırıl pırıl, sakin aydınlık ve huzur vericiydi. İkindi namazını orada cemaatle eda ederek çıktım. Tarihçesinde şunlar yazılıydı:
Büyük mecidiye cami olarak da bilinmektedir. Ortaköy Camii, Dolmabahçe Sarayının yapıldığı ve kentin anıtsal dokusunun Boğaziçi’ne doğru uzandığı yıllarda, bu açılışı simgeleyen yapılardan biri olarak Abdülmecit tarafından 1853 yılında yaptırılmıştır. Giriş kapısı üzerindeki kitabede Abdülmecid’in tuğrası ile birlikte caminin bitirilişini belirten tarih yer almaktadır.
Caminin mimarı Nigogos Balyan’dır. Camii 1894 depreminde önemli ölçüde zarar görmüş, minarelerinin petek ve külah bölümleri yeniden yapılmıştır.
Dereboyu Caddesinin girişinde sağ tarafta, Beşiktaş’ın 16. Yüzyıl yapılarından Tarihi Hüsrev Kethuda Hamamı bulunmaktadır. Şimdi bu hamam müze ve sanat sergi merkezi olarak kullanılmaktadır.
Hamamın çaprazında karşı sırasında bir Ortodoks Kilisesi ve bir de Sinegog vardı. Kapalı oldukları için gezemedim. Üç dinin ibadet yerlerinin birbirine yakın oluşu, insanlığın hoşgörünün mevcudiyetini, varlığını gösterdiği için çok mutlu olduğumu belirtmek isterim.
Meydan gelen giden, dolan boşalan her yaştan insanı kucaklamış. Ayrıca meydanda bulunan kahvehane, lokanta ve kumpirciler, her yaştan, her milletten insanlarla dolu. Kalabalık değişik insanların varlığı, gençlerin ve çocukların çığlıkları mutlu ediyor insanı. Dahası meydanda kuşlara yem atanlar, kedilere yiyecek verenler de vardı. Kedileri sevenler, onlarla konuşanlar, kuşların yediği yemden hoşnut olanlar ve kuşları (güvercinleri) sevenlerin onların yedikleri yemden zevk alanların yüzlerindeki gülümsemenin, günün mutluluğunu tadanların keyifleri de bambaşkaydı.
Dahası, Dere boyu caddesini kolaçan ettikten sonra, camiye yakın bir yerden denizi, geçen büyük gemileri ve yolcu vapurlarını izleyerek, o günkü huzurlu, mutlu geziyi içime sindirerek, sevgiyle dinlendirdim benliğimi. Atmıştım üstümden gerginlikleri. Huzurlu noktaladım, güneş batmadan gezintiyi.
Halk Edebiyatı Dergisi İnternet Sitesi

