Masumiyet Müzesi
Ellerim de çiçekler beklerken bir edayı,
Nasıl susturayım ki gönüldeki sevdayı.
Sanki beton mikseri geçmiş yolumdan inat.
Sen olmadan güzelim karanlık bu kâinat.
Bir günüm bir günümden farklı olmasa idi,
Sorgular mıydı başım, sevgi dolmasa idi?
Nedir mahrem utancım, kıvrılıyor, iştahsız!
Benim talihsiz başım duramaz hiç günahsız…
Geçen günler doldurur, defterin sayfası kar.
Havuçlu adama bak güneşe sevgi sıkar.
Oysa gözlerinde bak demlenmiş kahverengim.
Ben mecnun değilim de sevgi seline dengim!
Ama belli mi rengim, yoksa tonu garip mi?
Boynuma sarılan kol, ağaçtan gelen ip mi?
Olta denizdeydi de sabır hangi koldaydı?
Evinde uyumuşken, ruhu karakoldaydı.
Söyle bu hangi aydı? Su bulanık ben netim.
Çiçek koklamıştım da sönmemişti cinnetim.
Bu ışıltı nitekim, bir aydınlık, bir kara.
Başım başıma geçkin, oltamda sırtıkara.
Gelmiyor, takıldı mı? Sarmıştım da bir hayli.
Uykuda en derinde, sobelenir hayali.
İşte sevgi ve hali, ölmüş mü? Daha neler!
At sırtında giderken söylenir bahaneler.
Kulağımda ninniler vaktimi uyutmuşlar.
Seslerini yanımda kısmayı unutmuşlar.
Gülyüzünü astırıp bir tarlaya üzerken,
Gideceğim elbet de bu tarih henüz erken.
Kalacak ellerimde kokusu bu toprağın.
Yazdığım şiirleri sarartmıştı yaprağın.
Dalında bir gariplik hissettim hüsnüzanla.
Alışmıştım oysa ki geçen kısa zamanla.
Ve saçmaydı anla bak, bin yerimden vurmuştu.
Kalkamazdım kan revan, kömürsüz kavurmuştu.
Bu şiir belki suçtu, belki yargılanırdı.
Seni duyan bu eşek, bak bir güzel anırdı.
Burası bir ahırdı, samanlıktı, sağırdı…
Sevgiyi taşırsın da ölçmek bana ağırdı.
Gündüz başım ağardı, gece yaşlı gözlerim…
Her ne kadar gitsem de, mecburiyet, özlerim!
Süleyman Korkmaz