Rahmetli Mahir bey, çok görgülü bir beyefendiydi. Bu şımarık çocuklar nasıl onun torunu olabilir? Hafsalam almıyor. Siyah kadife kutuyu açıp, görücüye çıkarır gibi beni gururla arkadaşlarına gösterirken, Japonya seyahatinde gördüğünü ve o an vurulduğunu anlatırdı. Herkesin hayran bakışları eşliğinde dolaşırdım odayı. Kimse elini uzatmaya cesaret edemez, uzaktan bakmakla yetinirlerdi. Hiç kıyamazdı bana Mahir bey, Allah’ın rahmeti üstüne olsun.
Ahh ne günlerdi… İlk zamanlar evli değildi tabii, bayağı gençti. Belli ki bir sevdiği vardı. Beni mürekkebe batırır tam hevesle yazacakken, bir satır yazar, yazdığını beğenmez, buruşturup atardı kağıdı. Ne aşk mektupları yazdık beraber, helali hoş olsun. Çok beyefendi bir insandı. Bütün iş seyahatlerinde beni de yanında gezdirirdi. Uçakta, restoranda nerede aklına bir şey gelse hemen notlar alır, ben de o esnada etrafı seyrederdim. Çok yer gördüm sayesinde, çok… Uzak Doğu’dan buralara gelsem de, gurbette olduğumu hiç hissetmedim sayesinde. Hep evimde gibiydim yanında. Uzun yıllar çok şey yaşadık beraber. Evlendi. O aşk mektupları yazdığı kızla mı, yoksa başkasıyla mı evlendi? Onu hep merak etmişimdir. Ama bir hanımefendi olduğu kesin. Bir keresinde Mahir bey, hiç adeti olmadığı halde beni öylece masada bırakıp gitmişti de Nesrin hanım peşinden gelip, beni güzelce kadife kutuya yerleştirip, eşinin yatağının yanı başına bırakmıştı. Bir de oğulları oldu, Metin paşa, babası hep paşam derdi. Annesi ve babası gibi görgülü bir çocuktu Metin paşa, arada bir babası yokken gelir, kutuyu açıp bana hayretle bakar, eline alıp yazı yazıyor gibi yapar sonra dikkatle kutuya geri koyardı. Bu şımarık oğlanlar babalarına hiç çekmemişler belli ki. Hiç unutmam, yine bir gün gizlice beni elinde tutarken babasına yakalanmıştı da utançtan kıpkırmızı olmuştu garibim. Mahir bey hiç kızmadı, “Sen çok mu beğeniyorsun bu kalemi?” diye sordu. Başı hala önde “Evet,” dedi utanarak. “Benden sonra bu kalem sana kalacak, o zaman bol bol yazarsın. Tamam mı paşam?” dedi oğlanın başını sevgiyle okşayarak. Çocuk nasıl sevinçle çıkmıştı odadan. Zaman nasıl geçti hiçbirimiz anlamadık…
Sonraları daha kolay kullanabileceği kalemler edindi Mahir bey, ben de yorulmaya başlamıştım yavaş yavaş, iyi oldu. O benim ilk göz ağrım derdi benim için ve kadife kutudan çıkarıp, özel yaptırdığı bir kaideyle kıymetli eşyalarını sergilediği cam vitrinin en güzel köşesine yerleştirdi. Hemen yan komşum ise babasının gümüş köstekli saati, o da yılların yorgunluğunu atıyor benimle birlikte. Nesrin hanım kendisinden önce gitti öbür aleme. Oğlan yurt dışında okudu. Geri geldi, işin başına geçti. Evlendi. Çocukları oldu derken bu günlere geldik. Mahir beyi de yolcu ettik öbür aleme. Ben razıyım kendisinden, bir gün olsun incitmedi beni. Asıl bundan sonra neler yaşanacak? İşte onu hiç bilmiyorum. Bu şımarık oğlanlar vitrinin etrafında dolanıp duruyorlar “Japon Sailor 1911 dolma kalem oğlum,” diyor büyük olan “En az 35 bin TL eder.”
Sevil Özdemir
Ağustos 2025/İstanbul