Gençlik denildiğinde akla ne gelir? Kanı deli akan, taze baharları hatırlatan; insan ömrünün olgunluğa geçiş dönemi…
Bastığı yeri titreten, tabiri caizse “taşı sıksa suyunu çıkaran”, ama büyüklerine saygısını bilen, adabıyla yaşayan bir gençlik…
Eğitim, her şeyden önce adabımuaşeret kurallarını özümsemek demektir. Aynı zamanda hedefine yürümek, zorluklardan yılmayıp daha da gayretlenmek demektir.
Eskilerin güzel bir sözü vardır:
“Hamdım – piştim – yandım.”
Günümüz gençliği ise sanki şöyle diyor:
“Ham değilim, yanmam, benden iyisi yok!”
Konfor bizi çürüttü. Lüks tutkusu, kanaati bitirdi.
Peki daha mı iyi olduk? Hayır! Çırpındıkça kaybolan; tahammülü zayıf, benliğini bulamayan, ihtiyar ergenlere dönüşen bir nesil…
Elbette daha iyisinin hayalini kurarken mücadelemizi vereceğiz. Vereceğiz ama bizi insan kılan değerleri küstürmeden.
Yirmi beş yaşına gelmiş, kendi parasını kazanmamış; ebeveynine öfkeli, sorumluluktan kaçan; zirveye adım adım değil, ışınlanarak çıkmayı hayal eden bir gençlik… Yarınlara nasıl umut olacak?
Ama suç yalnız gençlerde mi? Hayır! Onlara iyi niyetle, fakat baskıyla kendi doğrularımızı dayatan bizlerde…
“Sen elini sürme, yorulma; yeter ki oku. Lokmanı ben ağzına veririm. Ayşe teyzenin oğlu doktor çıktı, Rasim amcanın kızı mühendis oldu…” gibi kıyaslarla boğan ebeveynlerde…
Kapitalist sistemin kurbanıyız; hem gençler hem de ebeveynler… Senelerce okuyup, belki de ait olmadıkları alanlarda ömürlerini heba eden bir nesil… Ve bu durumun bedelini toplum hâlâ ödüyor.
Oysa zanaat ne kadar kıymetli!
Bakkal, çırak, marangoz, terzi, çöpçü… Hepsi ayrı bir değer; hepsi saygıyı ve itibarı hak etmiyor mu?
Hayat, sadece üniversite diplomasıyla yürünmez. Sabır, anlayış, iyi niyet ve empati şarttır.
İnsan ömrü yetmiş yıl sayılırsa, bunun yarısını ailesinde sorumluluk almadan geçiren biri; sonunda yalnızlığı seçip mutsuz bir hayat sürmekten kurtulamaz.
Daha kendi içindeki mağaradan çıkamamış, kalbini bile bulamamış biri, nasıl aile kuracak?
Görmezden gelinen küçük meseleler, büyüyüp çığa dönüştü. İnsanlık, kendi aleyhine kaymadan önce uyanmalı.
Kendimiz için değilse bile, yarınlarımız için bunu yapmak zorundayız.
İnanmanın ilk anahtar olduğunu, kaderin gayrete âşık olduğunu; yolumuza rehberlik edecek muhteşem bir tarihe sahip olduğumuzu tane tane, sevgiyle anlatmalıyız.
Dili, dini, ırkı ne olursa olsun; herkesin saygıyı hak ettiğini öğretmeliyiz yorgun, gayreti tükenmiş kalplere.
Merhametin kötülükten çok daha güçlü olduğunu; iyiliğin sesinin gür, kötülüğünse susturularak söndürülebileceğini göstermeliyiz yarının umudu gençlere.
Önce anlamak, sonra daha iyi yarınlar için çabadan asla vazgeçmemek ilkemiz olmalı.
Konforun insanı çürüttüğünü; emeğin bitmeyen bir katık olduğunu, hiçbir çabanın karşılıksız kalmadığını önce kendimize inandırmalıyız.
Ve gençler, sizden özür diliyoruz.
Anlamak yerine sizi saygısız, asi olarak yaftaladığımız için…
Huzurlu, vicdanı rahat bir yaşam yerine sizi kıyaslara mahkûm edip bunalımın kıyısına ittiğimiz için…
Bizi affedin ve güvenin, iyi niyetin her güzelliğin ilk adımı olduğuna.
Hayatta ölüm hariç her şeyin çözümü vardır.
Kendi aranızda istişare edin, gerektiğinde bilirkişilere danışın; yeter ki inanmaktan vazgeçmeyin.
Vatanınızı sevin, tarihinizi sevin…
Ve en önemlisi, yaratandan ötürü yaratılanı sevin. Merhametli olun.
Gelin, hep birlikte umut tohumları ekelim.
Yarınlarımız için hiçbir yangının yok edemeyeceği bir orman büyütelim.
Nurhan KARANFİL
11.07.2025
Halk Edebiyatı Dergisi İnternet Sitesi

